Ravioli

Şeyma ile Ravi isimli bir yerde iftara gitmek için sözleştik bugün, sonrasında da tatlı yeriz dedik. Ravi’nin; dolu olması sebebiyle kapısından çevrildiğimiz, rezervasyon yaptırmak istediğimizde yapmadıklarını öğrendiğimiz, uzunca bir süredir de gitmek istediğimiz tatlıcının yanında olması bize de sürpriz oldu. Mekanın isminden yola çıkarak ravioli yememiz gerektiğini düşündük ve patlıcanlı, ıspanaklı ve beş peynirli çeşitlerinden beş peynirli olanı yemeyi seçtik. Daha önce ravioli yememiştim. İçinde ve üzerinde peynirler olan soslu dikdörtgen hamur parçaları. Böyle yazınca biraz tuhaf oldu ama tadı güzeldi aslında. Fazla peynirden bayılmadık ya da hamur rahatsız etmedi bizi. Tekrar mutlaka yerim ama sıklıkla canımın isteyeceğini sanmıyorum. Yan tarafı kontrol edip boş yer olduğunu gördükten vakit kaybetmeden tatlımızı yemeye gittik. Günler sonra kavuştuğumuz brownilerimizden ikimizin de memnun kaldığını söyleyebilirim, yanındaki çaydan da tabii. Brownienin keki sıcak ve yumuşacıktı, üstüne dökülen çikolata da tatlı ihtiyacını fazlaca karşılıyor, çileklerse tadı yumuşatarak tatlıyı dengeliyordu. Tatlıdan sonra dışarıda bekleyen insanları da düşünüp fazla oturmadan kalktık. Daha önce gittiğimiz tatlıcıların da önünde uzunca kuyruklar vardı. Evet tatlılar çok güzel ama kuyruk oluşturacak kadar mı, emin değilim. Yürürken dolaşmak için birkaç dükkan aradık. Pazar olduğundan mı, ramazan olduğundan mı yoksa her zaman böyle durgun mu oluyor bilmiyorum ama saat on bile değilken neredeyse açık dükkan kalmamıştı. Bulduğumuz birkaç yeri gezdikten sonra yine çok faydalı bir alışveriş yaparak telden kedi kulaklı taç aldık. Gezecek ve yapacak bir şey kalmadığından emin olduktan sonra ayrıldık. Benimse aklım pinokyoda kaldı.

Amadeus

Amadeus. Oyun Antonio Salieri’nin Mozart’ı nasıl öldürdüğünü anlatmak istemesiyle başlıyor. Salieri saray müzisyeni. “Müzik Tanrı’nın sanatıdır.” diyor ve Tanrı’dan iyi bir insan olması karşılığında müzik yapmayı istiyor. Yapıyor da. Ancak onunla tanıştığında işler değişiyor: Wolfgang Amadeus Mozart. Bir virtüöz, bir dahi, çocuk gibi biraz, fazlaca heyecanlı, oldukça patavatsız, yerinde duramıyor Mozart. Salieri ilk dinleyişinde hayran kalıyor Mozart’a. “Tanrım bana da böyle yetenek ver.” Mozart olağanüstü besteler yaptığı yetmezmiş gibi bir de akıl almaz bir hızda bitiriyor besteleri. Salieri bazı notalarını buluyor Mozart’ın; basit, tahmin edilebilir olduğunu düşünüyor. Ne zaman ki operada dinliyor Mozart’ı; kalbine, beynine oklar saplanırcasına göz yaşlarını tutamıyor. Salieri bu denli etkilenmişken imparatorun esniyor oluşu ileride ekmeğine yağ sürecek. Başta büyük ilgi görse de Mozart, sonraları anlamıyorlar onu, coşkusunu, heyecanını. “Çok fazla nota var.” yorumu alıyor, çok fazla nota!.. Bu sırada Tanrı’yı kendine düşman ilan eden Salieri, Mozart’ı bitirmeye adıyor hayatını. Çünkü Mozart Tanrı’nın üflediği bir flüttü ve Tanrı’dan intikamını böyle alacaktı. Mozart için zor zamanlar başlamıştı. Öğrencisi yoktu, operadan yeterince para alamıyordu. Constanze -Mozart’ın eşi- prensesin öğretmenliğini istemek için Salieri’ye gitmişti, elinde Mozart’ın orijinal notaları, tek bir düzeltme bile yok. Babası öldü Mozart’ın. Oğluna kızgın bir babanın ruhu. Muhteşem. “O basit hayatını destanlaştırırdı, bense destanları basitleştirirdim.” diyor Salieri bu eser üstüne. Gittikçe yoksullaşıyor Mozart. Alay edilir gibi bir ücretle sarayda çalışmaya başlıyor Salieri’nin etkisiyle. Evde kağıt ve mürekkepten başka bir şey kalmayınca çocukları alıp gidiyor Constanze. Gri maskeli, gri paltolu bir adam ağıt yazmasını istiyor Mozart’tan. İnanmıyorlar, “Hayal görüyor, delirdi sonunda.” Masonlardan aldığı yardım da Salieri’nin önerisiyle yazdığı operadan sonra kesilen Mozart eve kapatıyor kendini Requiem’i yazmak için. Salieri ziyaretine gittiğinde “Biraz daha zaman diyor, eskiden olsa bir haftada bitirirdim. Ama söyleyin onlara beni alırlarsa bir eserleri de olmaz.” Neden bahsediyor bu adam? “Ağıt.” diyor, “Ortada ölen biri yoksa neden yazılır ki? Benim için bu, kendi ağıtımı yazıyorum. Yalvarırım efendim, bakın şunlara, iyiler mi?” Bakıyor Salieri, fırlatıyor kağıtları. “O kadar mı kötüler?” Aksine çok iyi olduğu için kızıyor Salieri ve anlıyor, onun ağıtı bu Salieri’nin. “Seni ben bitirdim.” diyor. “Sen beni zehirledin Amadeus ben de seni ve Tanrı’nın seninle işi bitti.” Ölüyor Mozart kısa bir süre sonra, tam Constanze dönmüşken. Kimsesizler mezarlığına gömülüyor, kimsenin hayatına dokunmamış gibi. Requiem’i sipariş eden lordun cenazesinde çalınıyor ağıt, Salieri’nin yönettiği bir orkestra ile. İtiraf ediyor Salieri, tam 32 yıl sonra. “Mozart’ı ben öldürdüm fesatlık ve arsenikle.” Sonra hançeri saplıyor yüreğine. “Sıkıysa uyutsunlar beni.”

Oyun Selçuk Yöntem’in (Salieri) ağzından anlatılıyordu. Ses tonu, vurguları, teleffuzu, takılmadan akıcı bir şekilde konuşması oldukça etkileyiciydi. Tansu Biçiciler (Mozart) kıpır kıpırdı. Mozart’ın çocuksuluğunu güzel bir şekilde aktarmıştı. Orkestranın kırmızı ceket ve perukla Mozart denilince çoğu insanın gözünde canlanan resimdeki gibi giyinmesi tatlıydı. Oyunun hayatıma kattığı en güzel şeyse opera olacak. Kısa süreli de olsa opera dinlemek bana çok keyif verdi bundan sonra fırsat buldukça gitmeye çalışacağım.

Ufak bir güncelleme: Biz bu oyuna aslında Tuna ile İstanbul’da gidecektik. Ancak oyun ertelendiğinden ben de o tarihte İstanbul’a gidemeyeceğimden -oyundan iki gün sonra modern fizik sınavım vardı- Ankara’daki oyuna bilet aldım. İlk perdenin sonunda Selçuk Yöntem tanrıyı kendine düşman ilan ederken elindeki nota kağıtlarını fırlatıyordu. Bununla eş zamanlı olarak da c bloğun üstenden -sahnenin hemen önündeki blok- aynı kağıtlar düşüyordu. Oldukça etkileyici bir sahneydi. Arada düşen kağıtlardan almaya gittim. Kağıdın bir yüzünde notalar bir yüzünde de “100. oyunumuzda bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederiz” yazısıyla birlikte oyuncuların ve yönetmenin imzası vardı. Tuna’nın oyunu yanlış hatırlamıyorsam benimkinden iki gün sonraydı. Aslında 101. oyun olmasına rağmen Tuna’nın aldığı kağıtta da “100. oyunumuzda bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederiz” yazısı var. Pratikte farklı zamanlarda gitmiş olsak da kağıt üstünde aynı oyunu izlemiş gibi olduğumuz tatlı bir olay oldu.