Süper Müzik Fest

4-5-6 Ağustos’ta Ankara’da yapılan festivale mor ve ötesi’nin katılacağını öğrenir öğrenmez Tuna ile biletlerimizi almıştık. 3 Ağustos’ta Ankara’da buluşup babaanneme gittik, festival boyunca orada konaklayacaktık. Her gün beşer grubun çıktığı festivalde kapı açılışı 14.00 ve konserlerin başlangıç saati 16.15’ti.

İlk gün son iki sanatçıyı -Fatma Turgut ve Pinhani- tanıdığımızdan fazla erken gitme gereği duymadık ve öğlen 12.00 civarı kampüse gidip Emre ile buluştuk. Günlük kahve ihtiyacımızı giderip yemek de yedikten sonra 17.00 gibi kampüsten ayrıldık ve Cermodern’e doğru yola çıktık. Festival alanına girer girmez ilk işimiz bubble tea almak oldu. Yiyecek ve açık içeceklerin fiyatları çok uçuk değildi ancak su ve kutu içecekler oldukça pahalıydı. Bubble tealerimizi içip fotoğraf çekindikten bir de top atma yarışına katılıp başarısız olduktan sonra -birer tane bile atamadık- konser alanına doğru gitmeye karar verdik. Konser alanında dağıtılan geyikli taçlardan aldık ve Fatma Turgut’u beklemeye koyulduk. Fatma Turgut 20.18’de 3 dakikalık bir gecikmeyle sahneye çıktı. Sesi muhteşemdi. Fatma Turgut’tan sahneden indikten yarım saat sonra Pinhani sahnedeydi. Pinhani’yi dinlemek beni çocukluğuma götürdü. Yeni şarkıları Sakinleştim‘i ilk kez bize dinlettiler ve klipte bizim de içinde bulunduğumuz konser görüntülerini kullanacaklarını söylediler. Sinan Kaynakçı’nın gitarla başlayıp arada saksafon çalıp en son da davulla bitirdiği şahane bir Dön Bak Dünyaya dinledik. Konserin sonlarına doğru ayrılan insanların yerine geçerek neredeyse beşinci sıraya kadar geldik. Ayakta durmaktan fazlaca yorulmuştuk.

İkinci gün 4 saatlik bir uykunun ardından erkenden kalkıp hazırlandık. Bugün mor ve ötesi çıkacağından erken gitmemiz gerekiyordu. Saat 10.00’da Cermodern’in kapısının önünde önümüzdeki 5 kişi ile birlikte beklemeye başladık. Başta biraz gölgede durduk, öğlen saatlerinde gölge gitti, isim şehir oynadık, sohbet ettik, sıkıldık, yorulduk, sıcaktan bunaldık derken saat 14.00 oldu. Tabii ki tam saatinde içeri alınmadık. 20 dakika kadar daha bekledikten sonra içeri girer girmez birer limonata ve su aldık. Konser alanı saat 16.00’da açılıyormuş. Biraz da oradaki sırada bekledik. Yemek ve su alışverişlerini birimiz beklerken diğeri alıp gelecek şekilde yapıyorduk. Kapılar açıldı ve içerideyiz. İlk konumumuzda sahnenin biraz solunda kalıyorduk ve önümüzde kameraman vardı. Hesaplarımıza göre kameraman Burak Güven’i görmemizi engelleyecekti ama doğru açıyla bakarsak herkesi görebilirdik. İlerleyen saatlerde daha iyi bir görüş elde etmek için bir sıra gerileyip ortalara kaydık. Bekledik, bekledik ve bekledik. Öncesinde çıkan grupların hiçbirini tanımıyorduk. İlk iki grup çok da dinlediğimiz türler değildi. Son grubun üflemeli çalgıları oldukça hoşumuza gitse de ayaklarımız fazlaca acıdığından ve bir önceki gece dört saat uyuduğumuzdan tüm o gürültüye rağmen bıraksalar orada uyuyacak duruma gelmiştik. Bir noktada “Gerçekten bu kadar yorulduğumuza değecek mi?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Değdi. 12 saatlik bekleyişin ardından mor ve ötesi 22.06’da sahnedeydi ve biz daha mutlu olamazdık : ) Sevda Çiçeği‘nin solosunu duyduğumuz andan konser sonuna kadar tüm şarkılara bağırarak ve zıplayarak büyük bir heyecanla eşlik ettik. Sahneye çok yakın olduğumuzdan kendi aralarındaki tatlı iletişimlerini izlemek de bize keyif verdi. En mutlu olduğum ansa uzunca bir süre favori mor ve ötesi şarkım olan Ayıp Olmaz Mı‘yı çaldıkları andı. Çok, çok güzeldi. Yazarken bile hala yüzümde kocaman bir gülümseme var. Konserdeki en tatlı ansa Bir Derdim Var’ı çalıp sahneden inerlerken “Bir daha!” tezahüratlarının başlamasıyla Kerem’in -Özyeğen- bir dakika geliyoruz şeklinde işaret yapmasıydı. Tekrar geldiklerinde tüm kırık kalpler için Tamiri Mümkün Kalbinin‘i ve 10004 deliyle birlikte söylediğimiz Deli‘yi çaldılar. Beklemek kelimesinin hakkını verdiğimiz bu günü de 40 dakika otobüs bekleyerek sonlandırdık. Bir de az yorulmuşuz gibi ben düğmeye erken bastığımdan bir durak erken inmek zorunda kaldık.

Festivalin son gününde yalnızca maNga’yı dinlemeye gideceğimizden ve çok yorgun olduğumuzdan on bire kadar uyuduk. 19.00’da evden çıktığımızda hep yaptığımız gibi 512 ile Koru’ya gidip oradan metroya binmektense 536 ile tek otobüs kullanarak gitme kararı aldık. Yaklaşık on dakikalık bir yolculuktan sonra ters yöne gittiğimizden şüphelenip şüphelerimizde de haklı çıkınca inip karşı taraftan gelen 536’ya bindik. Otobüs şans eseri tam biz indiğimiz sırada gelmişti. Yolumuzu kısaltalım derken yine yaklaşık aynı sürede yolculuk yapıp Cermodern’e vardık. İçeri girdiğimizde her yerde uzun sıralar vardı. Hiç bu saatlerde yemek alanında bulunmadığımızdan sıraların bu kadar uzun olacağını tahmin etmemiştik. Sıra beklemeye okuldan fazlaca alışık olduğumuzdan çok da gözümüz korkmadı. Yemek sırasına girdiğimizde birinin adımı seslenmesiyle arkamı döndüm ve Başak’la karşılaştık. Yemeklerimizi alıp onların yanına oturduk. Başak staj için Ankara’da kalmıştı, stajını uzatmış tüm yaz Ankara’daymış, onun adına sevindim. Konser alanına gittiğimizde Yeni Türkü son şarkısını -bildiğim üç şarkılarından biri olan Telli Telli‘yi- söylüyordu. maNga sahneye harika bir ışık gösterisiyle çıktı. Işıkları Söndürseler Bile‘yi söylerken sahnenin karanlığa boğulması, bateristin bagetlerinin ışıklı olması sevdiğim detaylar oldu. Pankart hazırlayanların pankartlarını toplayıp imzaladılar. Hala sahiplerine ulaşıp ulaşmadığını merak ediyorum. maNga diğer gruplardan daha kısa süre sahnede kaldı. Biz de geldiğimiz gibi 536 ile geri döneriz diye düşünüp geldiğimiz yolun karşısına geçtik. Ancak otobüs indiğimiz duraktan dönüp bizim eve doğru gidiyormuş. Böylece son otobüsü kaçırmış olduk. Tuna’nın bir daha benimle otobüse binmeyeceğinden emin olduktan sonra daha çok vaktimiz olduğundan Kızılay’a yürüyüp oradan metroya bindik. O da zaten 15 dakika falan sürdü. Yine 40 dakikalık bekleme süresini tamamlayıp eve vardık ve güzel bir festivali geride bıraktık.

İzmir

Son yazımda Tuna ile İzmir’e doğru yola çıktığımızdan bahsetmiştim. Uzunca bir yolculuğun ardından İzmir otogara, oradan Alaçatı’ya ve en nihayetinde de Ildırı’da Nuriye teyzenin -Tuna’nın anneannesi- yazlığına ulaştık. Nuriye teyze bize lezzetli yemekler hazırlamıştı. Bavullarımızı odamıza çıkartıp güzel bir kahvaltı ettik. Akşama doğru deniz kenarında bir yürüyüşe çıktık.

İkinci gün Nuriye teyzenin kardeşi Nuray teyze ziyarete geldi, birlikte çay içip okey oynadık. Tabii ki kazanan taraf Nuray teyze ve ben olduk. Akşamüstü Tuna ile denize girdik. Deniz hemen derinleşmiyordu, girişi taşlık olduğu için kum alana ulaşılana kadar konulmuş içi dolu torbalar vardı ve yine çok güzeldi. Ertesi gün kuduz aşımızın ikinci dozunu olmamız için Nuray teyze ve eşi bizi hastaneye götürdüler, sonra da hep birlikte kahvaltı ettik. O gün banyo yapmamamız söylendiği için denize giremedik.

Ertesi gün akşama doğru Ildırı köyüne gittik. Etkinlikleri genelde -hep- akşama doğru yapmamızın sebebi gündüz fazla sıcaktan dışarı çıkılmamasıydı. Ildırı köyüne giderken peşimize bir köpek takıldı. Aslında peşimize takıldı demek doğru olmaz, köpek önümüzden gidiyor, biz fotoğraf çekinirken ya da başka bir sebepten geride kalırsak bizi bekliyordu. Sonradan sitenin köpeği olduğunu fark ettiğimiz köpek köye kadar bize eşlik etti. Köyde Fatmagül’ün Suçu Ne dizisinin çekildiği evi gördük ve çok güzel bir günbatımı izledik.

Bir sonraki gün de akşam saatlerinde denize gittiğimiz günlerden biri oldu, sabah da kare bulmaca çözmüştük, tam bir yazlık hayatı yaşıyorduk.

Oradaki son akşamımda Zeynep teyze ve Hüseyin amca -Tuna’nın ailesi- geldiler ve hep birlikte Alaçatı’ya gittik. Kumru yemek niyetiyle bir yere -Tostçu Erol- oturmuştuk ki elektrikler gitti. Elektrikler gitti dediysem yanlış anlaşılmasın Tostçu Erol’da değil tüm Alaçatı’da. Neyse ki kumrumuzu yine de yiyebildik. İlk defa kumru yedim ve oldukça beğendim. Jeneratörleri olan bazı dükkanların ve ışıklı oyuncaklar satan seyyar satıcıların aydınlattığı romantik Alaçatı sokaklarında dolandıktan sonra bir çay bahçesine oturduk, biz otururken elektrikler geldi. Dönüş yolunda ise fotoğraf çekinirken Tuna deklanşöre bastığı anda ışıkların tekrar gitmesi bize elektrik kesintisine Tuna’nın sebep olup olmadığını düşündürdü. Keyifli bir haftanın sonunda Tuna’ya ve İzmir’e veda vakti gelmişti.