Can Bonomo ve Film on Stage

Son zamanlarda gittiğim ve çokça keyif aldığım iki konser. Birinci dönemin başında Can Bonomo’nun bir konser videosunu görüp üç şarkısını bilmeme rağmen konserine gitsem çok eğlenirim diye düşünmüştüm. Düşündüğüm gibi de oldu. Şubatta son çıkan Kara Konular albümü -ki benim dinlediğim ilk albümü oldu- oldukça hoşuma gitti. Konser çok eğlenceliydi. Can Bonomo sahnedeki enerjisiyle herkesi kendine hayran bıraktı. Oradan oraya zıplıyor, dans ediyor ve en az bizim kadar eğleniyordu. Bazı şarkılarda sözleri unutsa da -hatta Dönelim deyince bu kadar büyük tepki beklemediğinden şarkının ikinci verseünü söylemeyi tamamen unuttu- durumu tatlı bir şekilde idare etti. İlk Can Bonomo konserimdi ve son olmayacağını söyleyebilirim.

Musa Göçmen şefliğindeki film müzikleri konseri çok keyifliydi. Game of Thrones’la başlayan gösteride orkestraya dansçılar ve bazı müziklerde solistler eşlik ediyordu. Titanik ve Kadın Kokusu ilk yarıdaki favorilerimden oldu. İkinci yarı başlangıcında Musa Göçmen’i sahneye başında bir çuvalla James Bond tarafından kurtarılmayı bekleyen bir tutsak olarak çıkartmaları hoştu. İkinci yarıda açık ara farkla en beğendiğim dans/müzik The Godfather oldu. Baletlerin zarafeti ve dövüş sahnelerinin dansa yedirilmesi çok güzeldi. Pulp Fiction, Eye of Tiger, The Massage, Karayip Korsanları, Pembe Panter, Batman, Joker, Gladyatör, Cesur Yürek -elbet unuttuklarım da olmuştur- ve en son da Çöpçüler Kralı çalarak final yapan oldukça eğlendiğimiz bir gösteriydi.

mor ve ötesi

mor ve ötesi yine bizi şaşırtmayarak çok güzel bir konsere daha imza attı. Geçen yazımdaki konserden çıktıktan dört gün sonra haberi görüp aldığımız 21 Ekim biletleri yas nedeniyle ertelenmişti. 3 Kasım cuma Tuna ile 12.30 civarı -aslında 12.00’de çıkacaktık ama ben kartlarımı unuttuğumdan geri dönmek durumunda kaldım- Armada’ya doğru hareket ettik. Sıraya nereden gireceğimizi öğrenip yemek yemeye çıktık. İçeri alımlar henüz başlamamıştı. Yemekten sonra bir kez daha etrafı kolaçan ettik ve Timboo’da çilekli fesleğenli limonata içmeye gittik. Amacımız ders çalışmak olsa da fazlaca heyecanlı olduğumuzdan amacımıza pek de ulaşamayarak oradan ayrıldık. Birkaç mağaza gezdik, markete uğradık, marketten doyurucu bir şeyler almak yerine uzun zamandır rastlayamadığımız -her yerde joy var artık- kinder sürpriz aldık ve sıraya geçtik. Önümüzde 7-8 kişi vardı. Saatin 19.00 olmasını beklerken kinder sürprizimizdeki oyuncakları açtık, bayağı havalı şeyler çıktı, isim şehir ve kelime türetmece oynadık. 18.30 gibi sahneden yapılan ses kontrollerinin seslerini duymaya başladık. Bir süre üst üste Cambaz çaldılar. Harun Son Deneme’yi söylerken “s”lerini fazla tıs tıs buldu, s’lerini ve ş’lerini. 19.30’da içeri alınmaya başladık. Hızlıca hareket edip bariyer önünü kaptık. Sosyal ve akademik hayatımızı dengelemek adına 20.00’de katıldığımız fizikte matematiksel yöntemler quizinde bariyere karşı tabletlerini dayamış soru çözen iki kişi komik bir görüntü oluşturmuş olsa gerek ki arkamızdan biri şaşkınlıkla ders mi çalışıyorsunuz diye sordu. Biz de quizimiz olduğunu söyledik.

Konser 21.30’da yarım saatlik gecikmeyle başladı. Girişi Bahar ile yaptılar, beklenmedik ve çok güzeldi. Daha sonra da sırayla Yardım Et -metroda keşke çalsalar diye konuşmuştuk- Cambaz, Re, Sultan-ı Yegah, Aşk İçinde, Araf, Game of Thrones’la popüler olan Kış Geliyor, Bay Burak Güven’in sesinden Şarkıcı Çocuk, yeni kablo takılırken – kablonun değişmesi gerektiğini bizden saklayamayacakları kadar hukukumuz vardı- sürpriz bir şarkı olarak Beyaz, birçok şehirde, birçok şekilde çalsalar da çalması en zoru Ankara, hep Ankara olan Melekler Ölmez, Dünyaya Bedel, Sevda Çiçeği, Deli, tıs tısları düzelmiş Son Deneme, Kerem abinin bize yardım ettiği Yaz Yaz Yaz, 2000’den sonra doğanlardan -ki çok tatlıyız- biraz önce çıkmış Daha Mutlu Olamam, birine hem geçmiş olsun hem hayırlı olsun dediğin ayrılık şarkısı Oyunbozan ve Uyan çaldılar. Uyan’dan sonra sahneden indiklerinde bir daha tezahüratlarının ardından seyirciler tarafından Bir Derdim Var oldukça kötü bir senkronizasyonla söylenmeye başladı. Sahneye tekrar Küçük Sevgilim‘le çıktılar. Daha sonra Harun verdikleri rahatsızlıktan dolayı özür dileyerek -yalnızca dördünün değil tüm erkeklerin kadınlara verdiği rahatsızlık- Adamın Dibi‘ni söyledi ve bazı şeyleri yapmadan olamayacağı için Bir Derdim Var ile kapanışı yaptılar.

Yine son derece eğlendiğimiz ve bir o kadar da yorulduğumuz bir konserin sonuna gelmiştik. Dönüşte bir şeyler atıştırabileceğimiz yerlerin neredeyse hepsi kapanmıştı, biz de büfeden bir şeyler alıp -üst geçitte sıra olduğundan karşıya geçmemiz de epey uzun sürdü- metroya gittik. Tuna ile konserden önce birer setlist hazırlamıştık. 17 şarkıyla -ben 15 tutturmuştum- Tuna kazandı.

451F

14 Ekim cumartesi Selin geleceği için oldukça heyecanlıydım. Sabah Şeyma ile ikisi bir diş hekimliği kongresine katılırken ben de okuma topluluğunun pikniğine gittim. Piknik oldukça tatlıydı, şu anda hiçbirini hatırlamadığım birkaç insanla tanıştım. Piknikten çıkıp kongreleri bitmiş olan Şeyma ve Selin’le buluşmak için Kızılay’a gittim. Birlikte Basil’e yemek yemeye gittik. Basil’de salata türü yiyecekler vardı. Kendin oluşturabiliyor ya da hali hazırda mönüde olanlardan birini seçebiliyordun. Biz başta kendimiz oluşturmaya niyetlensek de karar veremediğimizden mönüden seçtik. Yemekten sonra yirmi dakikalık bir yürüyüşün ardından Tatbikat Sahnesi’ne vardık. Fuaye alanı güzel döşenmişti. Oyun oldukça dinamikti. Hatta belki biraz fazla dinamikti. Sahnenin devamlı değişmesi beni fazla etkilemese de okuduğum yorumlarda bazı insanların bundan rahatsız olduğunu gördüm. Fatih Sönmez (Montag), Selin Tekman (Clarisse) bizi kendilerine hayran bıraktılar. Erdal Beşikçioğlu gerçekten de karizmatik biriydi. Oyunda en sevdiğim sahne Fatih Sönmez ve Erdal Beşikçioğlu’nun birbirlerine kitaplardan sözler söyleyerek atıştıkları sahne oldu. Keşke o sahneyi tekrar tekrar izleyebilsem. D-6,8,10’da oturduk. Sahneyi boyun ağrısı çekmeden ve net görebildiğimiz bir uzaklıktı. Aslında salon çok büyük olmadığından arkalardan da görünebilirmiş. Oyundan çıkınca Selin’i Kızılay’daki Coffeelab’e götürdük. Fazla vaktimiz olmadığından biraz oturduktan sonra içeceklerimizi alıp Ankaray’la AŞTİ’ye gittik. Selin’i uğurlamak günü en yürek burkucu kısmıydı. Üçümüzün bir arada olduğu çok güzel bir gündü. Umarım yakın zamanda tekrar görüşürüz.

Başkent Kültür Yolu

Kültür Yolu Festivali kapsamında katıldığımız ilk etkinlik Tamamen Doluyuz adlı tiyatro oldu. Küçük Tiyatro U16/18 numaralı koltuklarda balkondan -yerimiz oldukça güzeldi, bir dahakine balkonun ön tarafları tercih edilebilir- izlediğimiz Tamamen Doluyuz İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen oldukça eğlenceli bir oyundu. Oyunda asıl mesleği oyunculuk olan ancak lüks bir restoranda rezervasyon görevlisi olan Sam’in başından geçenler anlatılıyordu. Sahnede tek bir oyuncu olsa da birçok oyuncu da sesi ile katılım sağladı.

İkinci etkinliğimiz Ferhat Göçer konseriydi. Tuna’nın küçükken severek dinlediği Göçer’in Millet Bahçesi’ndeki ücretsiz konserine gittik. Konser alanı beklediğimizden çok daha az kalabalıktı. Biz alanın içine girmeyip parktaki banklardan birine oturduk. Konser söylenen saatten biraz geç başladı. Şarkılar söylendikçe birçoğunu bildiğimi fark ettim. Ayrıca kendi parçası olmayan birçok güzel parça da seslendirdi. Çokça keyif aldığımız bir konser oldu.

Üçüncü etkinliğimiz Cantiamo Insieme – Birlikte Söylüyoruz. Amadeus’tan beri bu anı bekliyorum. Nihayet bir opera izleyeceğim için oldukça heyecanlıydım. Heyecanlandığım kadar da varmış. Ağzım açık dinlediğim, Ezgi Görkem Yıldırım’a hayran kaldım, Ezgi Karakaya da söylendiği kadar varmış, muhteşem bir ses. Özellikle Tuğba Mankal ile söyledikleri Norma Operası’ndan Düet’e bayıldık. En kısa zamanda Ezgi hanımları dinlemek için Maskeli Balo’ya da gitmeyi düşünüyoruz.

Dördüncü etkinliğimiz Carl Orff – Carmina Burana – Devlet Çok Sesli Korosu. Koro muhteşemdi. Solistler arasında Görkem Ezgi Yıldırım’ı görmek de bizi ayrıca mutlu etti. Sahnenin sol tarafında bir de çocuk korosu vardı, çok tatlılardı. Bu tarz konserlere yeni yeni gittiğimden yalnızca ne kadar beğendiğimle ilgili şeyler yazabiliyorum. Aslında belki de yazılacak çok şey var. Belki ilerleyen süreçte daha eleştirel yaklaşabilirim.

Beşinci ve son etkinliğimiz de Canto Orkestrası ile Eskimeyenler. Okulun başlamasından bir gün önce gittiğimiz bu etkinlik içlerinde en ilginç olanıydı. Diğer etkinlikler ile ilgili önceden bilgi sahibiyken bunun açıklamasında yalnızca etkinlik adı yazdığından ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorduk. Orkestranın Hawaii tipi çiçekli gömlekle gelip solistlerin smokin ve payetli kıyafetlerle çıkmasından çeşitliliği anlamalıydık. Birkaç eski Türkçe şarkı söylediler, Fransızca ve İspanyolca şarkılar söylediler, Beethoven ödüllü bir opera sanatçısını sahneye davet edip opera söylediler, bir ara ramazan davulu çaldılar. En ilginciyse opera söylenirken “Hep birlikte!” deyip bizden karşılık beklemeleriydi. Tatilin son gününde çok çeşitli, güzel bir etkinlik oldu.

Süper Müzik Fest

4-5-6 Ağustos’ta Ankara’da yapılan festivale mor ve ötesi’nin katılacağını öğrenir öğrenmez Tuna ile biletlerimizi almıştık. 3 Ağustos’ta Ankara’da buluşup babaanneme gittik, festival boyunca orada konaklayacaktık. Her gün beşer grubun çıktığı festivalde kapı açılışı 14.00 ve konserlerin başlangıç saati 16.15’ti.

İlk gün son iki sanatçıyı -Fatma Turgut ve Pinhani- tanıdığımızdan fazla erken gitme gereği duymadık ve öğlen 12.00 civarı kampüse gidip Emre ile buluştuk. Günlük kahve ihtiyacımızı giderip yemek de yedikten sonra 17.00 gibi kampüsten ayrıldık ve Cermodern’e doğru yola çıktık. Festival alanına girer girmez ilk işimiz bubble tea almak oldu. Yiyecek ve açık içeceklerin fiyatları çok uçuk değildi ancak su ve kutu içecekler oldukça pahalıydı. Bubble tealerimizi içip fotoğraf çekindikten bir de top atma yarışına katılıp başarısız olduktan sonra -birer tane bile atamadık- konser alanına doğru gitmeye karar verdik. Konser alanında dağıtılan geyikli taçlardan aldık ve Fatma Turgut’u beklemeye koyulduk. Fatma Turgut 20.18’de 3 dakikalık bir gecikmeyle sahneye çıktı. Sesi muhteşemdi. Fatma Turgut’tan sahneden indikten yarım saat sonra Pinhani sahnedeydi. Pinhani’yi dinlemek beni çocukluğuma götürdü. Yeni şarkıları Sakinleştim‘i ilk kez bize dinlettiler ve klipte bizim de içinde bulunduğumuz konser görüntülerini kullanacaklarını söylediler. Sinan Kaynakçı’nın gitarla başlayıp arada saksafon çalıp en son da davulla bitirdiği şahane bir Dön Bak Dünyaya dinledik. Konserin sonlarına doğru ayrılan insanların yerine geçerek neredeyse beşinci sıraya kadar geldik. Ayakta durmaktan fazlaca yorulmuştuk.

İkinci gün 4 saatlik bir uykunun ardından erkenden kalkıp hazırlandık. Bugün mor ve ötesi çıkacağından erken gitmemiz gerekiyordu. Saat 10.00’da Cermodern’in kapısının önünde önümüzdeki 5 kişi ile birlikte beklemeye başladık. Başta biraz gölgede durduk, öğlen saatlerinde gölge gitti, isim şehir oynadık, sohbet ettik, sıkıldık, yorulduk, sıcaktan bunaldık derken saat 14.00 oldu. Tabii ki tam saatinde içeri alınmadık. 20 dakika kadar daha bekledikten sonra içeri girer girmez birer limonata ve su aldık. Konser alanı saat 16.00’da açılıyormuş. Biraz da oradaki sırada bekledik. Yemek ve su alışverişlerini birimiz beklerken diğeri alıp gelecek şekilde yapıyorduk. Kapılar açıldı ve içerideyiz. İlk konumumuzda sahnenin biraz solunda kalıyorduk ve önümüzde kameraman vardı. Hesaplarımıza göre kameraman Burak Güven’i görmemizi engelleyecekti ama doğru açıyla bakarsak herkesi görebilirdik. İlerleyen saatlerde daha iyi bir görüş elde etmek için bir sıra gerileyip ortalara kaydık. Bekledik, bekledik ve bekledik. Öncesinde çıkan grupların hiçbirini tanımıyorduk. İlk iki grup çok da dinlediğimiz türler değildi. Son grubun üflemeli çalgıları oldukça hoşumuza gitse de ayaklarımız fazlaca acıdığından ve bir önceki gece dört saat uyuduğumuzdan tüm o gürültüye rağmen bıraksalar orada uyuyacak duruma gelmiştik. Bir noktada “Gerçekten bu kadar yorulduğumuza değecek mi?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Değdi. 12 saatlik bekleyişin ardından mor ve ötesi 22.06’da sahnedeydi ve biz daha mutlu olamazdık : ) Sevda Çiçeği‘nin solosunu duyduğumuz andan konser sonuna kadar tüm şarkılara bağırarak ve zıplayarak büyük bir heyecanla eşlik ettik. Sahneye çok yakın olduğumuzdan kendi aralarındaki tatlı iletişimlerini izlemek de bize keyif verdi. En mutlu olduğum ansa uzunca bir süre favori mor ve ötesi şarkım olan Ayıp Olmaz Mı‘yı çaldıkları andı. Çok, çok güzeldi. Yazarken bile hala yüzümde kocaman bir gülümseme var. Konserdeki en tatlı ansa Bir Derdim Var’ı çalıp sahneden inerlerken “Bir daha!” tezahüratlarının başlamasıyla Kerem’in -Özyeğen- bir dakika geliyoruz şeklinde işaret yapmasıydı. Tekrar geldiklerinde tüm kırık kalpler için Tamiri Mümkün Kalbinin‘i ve 10004 deliyle birlikte söylediğimiz Deli‘yi çaldılar. Beklemek kelimesinin hakkını verdiğimiz bu günü de 40 dakika otobüs bekleyerek sonlandırdık. Bir de az yorulmuşuz gibi ben düğmeye erken bastığımdan bir durak erken inmek zorunda kaldık.

Festivalin son gününde yalnızca maNga’yı dinlemeye gideceğimizden ve çok yorgun olduğumuzdan on bire kadar uyuduk. 19.00’da evden çıktığımızda hep yaptığımız gibi 512 ile Koru’ya gidip oradan metroya binmektense 536 ile tek otobüs kullanarak gitme kararı aldık. Yaklaşık on dakikalık bir yolculuktan sonra ters yöne gittiğimizden şüphelenip şüphelerimizde de haklı çıkınca inip karşı taraftan gelen 536’ya bindik. Otobüs şans eseri tam biz indiğimiz sırada gelmişti. Yolumuzu kısaltalım derken yine yaklaşık aynı sürede yolculuk yapıp Cermodern’e vardık. İçeri girdiğimizde her yerde uzun sıralar vardı. Hiç bu saatlerde yemek alanında bulunmadığımızdan sıraların bu kadar uzun olacağını tahmin etmemiştik. Sıra beklemeye okuldan fazlaca alışık olduğumuzdan çok da gözümüz korkmadı. Yemek sırasına girdiğimizde birinin adımı seslenmesiyle arkamı döndüm ve Başak’la karşılaştık. Yemeklerimizi alıp onların yanına oturduk. Başak staj için Ankara’da kalmıştı, stajını uzatmış tüm yaz Ankara’daymış, onun adına sevindim. Konser alanına gittiğimizde Yeni Türkü son şarkısını -bildiğim üç şarkılarından biri olan Telli Telli‘yi- söylüyordu. maNga sahneye harika bir ışık gösterisiyle çıktı. Işıkları Söndürseler Bile‘yi söylerken sahnenin karanlığa boğulması, bateristin bagetlerinin ışıklı olması sevdiğim detaylar oldu. Pankart hazırlayanların pankartlarını toplayıp imzaladılar. Hala sahiplerine ulaşıp ulaşmadığını merak ediyorum. maNga diğer gruplardan daha kısa süre sahnede kaldı. Biz de geldiğimiz gibi 536 ile geri döneriz diye düşünüp geldiğimiz yolun karşısına geçtik. Ancak otobüs indiğimiz duraktan dönüp bizim eve doğru gidiyormuş. Böylece son otobüsü kaçırmış olduk. Tuna’nın bir daha benimle otobüse binmeyeceğinden emin olduktan sonra daha çok vaktimiz olduğundan Kızılay’a yürüyüp oradan metroya bindik. O da zaten 15 dakika falan sürdü. Yine 40 dakikalık bekleme süresini tamamlayıp eve vardık ve güzel bir festivali geride bıraktık.